Pages

8 Ekim 2010 Cuma


KULAK

İşitmeyi ele aldığımızda öncelikle üzerinde durulması gereken konu işitme esnasında beyinde meydana gelen olaylardır. Çünkü işitme işleminin gerçekleştiği yer beyindir. Bu durum, “kulaklarımızla duyarız” klişesine alışmış olan pek çok kişiye tuhaf gelebilir. Bunu bir örnekle açıklayacak olursak; kulak zarı olmayan bir insan, orta derecede bir kayıpla beraber, yine de duyar. Ama beyindeki işitme merkezi problemliyse, hayatını derin bir sessizlikte geçirecektir.

Şimdi işitme olayını kısaca hatırlayalım: dış kulak, çevredeki ses dalgalarını kulak kepçesi ile toplayıp orta kulağa iletir. Orta kulak ise aldığı ses titreşimlerini çekiç, örs ve üzengi kemikleriyle güçlendirerek iç kulağa aktarır. İç kulak da bu titreşimleri sesin yoğunluğuna ve sıklığına göre elektrik sinyallerine dönüştürerek beyne gönderir. Beyinde birkaç konaklamadan sonra mesajlar, son olarak bu sinyallerin işleme koyulup yorumlandığı işitme merkezine iletilirler. Beynimizdeki işitme merkezi, henüz tam olarak aydınlatılmamış olmakla birlikte, mucizevi bir işlevi yerine getirir. İşitme ile ilgili bilgi, kulağımızdan bu işitme merkezine, 2.5 cm uzunluğundaki işitme sinirimiz tarafından taşınır. Sinirin taşıdığı mesaj, sonuçta elektriksel bir uyarımdır. Bu elektriksel uyarımın, özünde yağ ve protein bulunan beyin hücrelerimizle girdiği etkileşim sonucunda, mucizevi bir olay gerçekleşir: Sesleri duyarız.

Dolayısıyla, beynimizin dışında sesler değil, ses dalgaları olarak bilinen fiziksel titreşimler vardır. Bu ses dalgalarının sese dönüştüğü yer ise dışarısı veya kulağımız değil, beynimizin içidir. Yani gören gözlerimiz olmadığı gibi, duyan da kulaklarımız değildir.

Burada şunu düşünmek gerekir: Beynin içinde kulağa ihtiyaç duymadan sesleri duyabilen kimdir?

Nasıl bazı titreşimler hoşumuza giderken bazılarından hoşlanmayız?

Bu ayrımı yapabilecek şuur kulak mıdır? Beyin midir? Nihayetinde cansız atomlardan oluşan bu yapıların hoşlanma veya hoşlanmama gibi bir yetenekleri olabilir mi?